Yapanın yanına kar kalmayacak

Cumhuriyetçi Türk Partisi Milletvekili Doğuş Derya, ocak seçimlerinin ardından UBP-DP Hükümetinin yaptığı yolsuzlukları polise taşıyacaklarını açıkladı.

Cumhuriyetçi Türk Partisi Milletvekili Doğuş Derya, bu aralar popülizm revaçta olduğunu vurgu yaparak, “Sloganik cümleler kurulabiliyor ve altı boş önermelerle bir anda halkın önüne çıkılabiliyor. Yeni olduğunu iddia eden Siyasal partilerde özellikle bunu çok görüyoruz. Onlar da çok fazla “Ben yeniyim!”, “Ben farklıyım!” dediği noktalardadırlar. Çıkardığı adaylar da buna rağmen UBP’nin, DP’nin daha önce göstermiş olduğu adaylar veya oralarda fiilen çalışmış olan arkadaşlar. O yüzden bugün artık o UBP’nin ve DP’nin 18 ayda yarattığı tahribatı gerçekten 20 yılda, ortadan kaldırabilir miyiz bilmiyorum” dedi.

Yolsuzlukların üzerine CTP olarak gideceklerinin altını çizen Derya, “Bu yolsuzlukları polise taşıyacağız ama bu popülizm yapıyorlar dememeleri için ve karambole gitmemesi için Ocak'tan sonra polise taşımayı hedefliyoruz” şeklinde konuştu.

Geçtiğimiz dönem, seçmen sayısının aşağı yukarı 172.000  civarlarında olduğunu hatırlatan Derya, “Bir miktar da nüfus artışı olduğunu düşünürsek ve 12.000 civarında da bir vatandaş yapıldıysa yüzde 7 civarında bir irade çarptırılması söz konusudur. Yüzde 7- 8 ne demek? Bugün bir partiyi tek başına iktidar yapabilecek bir farktır.” diye konuştu.

Dr. Çiğdem Dürüst

Ç.D.: Yurttaşlıkların yanında bir başka sorun daha var aslında: Ülkedeki nüfusu yakından ilgilendiren bir başka sorundan bahsediyorum. Çalışma izin ve işçiler konusu. Bunlar daha yoğun olarak Türkiye Cumhuriyeti’nden geliyorlar. Evet, üçüncü ülkelerden de gelenler var; ama çalışma izinleri ile ilgili süreçler de sıkıntılıdır. Türkiye Cumhuriyeti ile yapılmış protokoller de var. Nedir partinin bu konudaki tutumu?

D.D.: Çalışma yaşamıyla ilgili ve sosyal güvenlikle ilgili yapılan protokollerin detayını bilmiyorum, onu söyleyeyim. Ama biz, en azından şunu biliyorum, ilkesel düzeyde bakıyoruz. Karşılıklı bağımlılık ilişkisi yerine karşılıklı işbirliği ilişkisini geliştiren. Şu anki ekonomik yapımıza baktığınızda Türkiye giderek daha bağımlı hale gelen, işgücü ve sermayesi değişen bir noktadayız. Yani bu Kıbrıs'ta Türk toplumu açısından oldukça dezavantajlı bir durumdur. Neden? Bir topluma baktığınızda onu devlet haline getiren bazı sektörleri vardır. Bu nedir? Sudur, elektriktir, eğitimdir, sağlıktır… Yani bunları yerine getiremeyen bir devletin devlet olma iddiası aslında azalır baktığınızda. Bu sektörler elimizden gittikçe, kendi kendimizi yönetme irademizi asıl ortadan kalkma durumu söz konusu olacak. Bununla paralel olarak sermaye yapılmaz değişiyor. Yani bizim de bu ülkede üretim yapan, sanayicimiz var. Bizim de bu ülkede ticaret yapmaya çalışan ihracatçımız var ithalatçımız var. Her ne kadar Kıbrıslı Türkler tembel deseler de hem niteliksel olarak beyaz yakalı işlerde çalışabilecek, hem de emekçi olarak çalışabilecek iş gücümüz var. Fakat bu insanlar burada gerek ücret politikasından dolayı, gerekse de işte yurtdışından getirilen yabancı olarak sömürülen, çalıştırılan demeyeceğim, Çünkü kaçak olarak çalıştırılmalar sigortalarının doğru düzgün yatmaması söz konusu veya sigorta yatırılıyorsa bugün birçok özel sektörde de görüyoruz bunu… Örneğin kolluk gücü gerektiren inşaat ve tarım gibi yerlerde herhangi bir özel televizyon kanalı veya gazetede insanlar çalıştırılıyor ve sigortaları yatırılmıyor. Yatırıldığında, maksimum asgari ücretten yatırılıyor. Yani yönetici olarak çalışılıyor, ama asgari ücretten yatırılıyor. Bunlar ciddi sorunlar baktığınızda. Bir yandan vergi adaleti sağlamanız lazım. Çok kazanandan çok, az kazanandan az almanız gerekirken birçok sermaye sahibi kendine zarar etmiş olarak gösterip vergi vermiyor. Ama son model arabalarda geziyorlar. Öteki tarafta daha emekçi, çalışan üniversite mezunu olan insanlar kendi eğitim aldıkları işlerde çalışamıyorlar. Sektör olarak da başka işlerde çalışıyorlar. Hem de bir iş bulmuşsa sosyal yatırımları yeterince yapılmadığı için mağdur duruma geçiyorlar. Bu karşılıklı bağımlılık ilişkisi yerine, işbirliği ilişkisini geliştiren ve yabancı işçilerin sömürülmesine de engelleyen bir politik tavır sergilemek gerekiyordu. Çünkü biz bir sol partiyiz. Baktığınızda bütün ILO sözleşmeleri veya emekle ilgili aslında iyileştirmeler hep Cumhuriyetçi Türk Partisi hükümetleri döneminde yapılmış, yani bu kaçak işçi sorununun ortadan kalkması, işgücünün aileleriyle de beraber gelen işgücünün aslında burada kayıt altına alınabilmesi için tüm yasal düzenlemeler 2004-2009 süreci içerisinde Cumhuriyetçi Türk Partisi döneminde yapıldı. Dolayısıyla biz böyle bir yerden bakıyoruz.

Ç.D.: Kamuda, son dönem geçici ve sözleşmelilerin kadrolanmasıyla ilgili de bir süreç yaşanıyor. Bunun da yasallaşma sürecinde olduğunu biliyoruz. Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin bu noktadaki duruşu nedir?

D.D.: Bununla ilgili, biz zaten, gerek kamu görevlileri yasasının geçmesi, yeni müşavirliklerin yaratılmaması, artık devletin kaynaklarının hep maaşlara giden bir yerden tüketilmemesi ve yok edilmemesi için tavrımızı uzunca bir süredir koyduk ve söylüyoruz. Geçicilerin en son kadrolanması için gerekli girişimler de yapılmıştı. Ama bu sürekli böyle istismar ediliyor. Dolayısıyla da bu istismar eden yaklaşımın ortadan kalkması lazım… Biz sonuçta kamu reformu dediğimiz, Kamu Görevleri Yasası’nın düzgün bir şekilde geçmesi üzerinden yaklaşıyoruz konuya.

Ç.D.: Geçici ve sözleşmeli kamu görevlileri ile ilgili sürecin istismar edilmesinden tam olarak kastınız nedir?

D.D.: Yani bir alışkanlık haline getirip, insanları sürekli umudundan ve ekmeğinden yakalayan bir yaklaşım aslında bu. “Gel! O işe uygun musun, değil misin şeklinde değil! Bana ver oyunu. Ben seni geçici olarak alayım. Nasılsa bir gün kadrolarız.” diyerek yapıyorlar. Bu adalet duygusunu en çok erozyona uğratan yaklaşım dediğimiz olay biraz da bu. Nasılsa yapalım, sonra hallederik yaklaşımı, üzerinden, kurumsal bir düzenleme yapmadan… Ki devletin en büyük sorunu bu diye düşünüyorum Çiğdem. Hiçbir kurumsal hafıza oluşmuyor. Politikalar arasında hiçbir devamlılık yok! Bir bakıyorsunuz gelen partilere göre de değil sadece. Eğer hükümetin bakanları değişmişse bile, bakanın şahsi inisiyatiflerine göre de değişebiliyor politikalar. Sistemin kurulması biraz da böyle yani… Orada geçici veya sözleşmeli olarak çalışan insanların, sonuçta emekçidir o insanlar da baktığınızda, ailesine ekmek götürmeye çalışıyor. O insanları mağdur edecek bir yaklaşıma girmez elbette CTP. Ama böyle mağduriyetlerin veya böyle olasılıkların ortaya çıkmasını engelleyici bir yerden yaklaşmaya çalışıyoruz biz. Artık böyle kişilere göre yapılmış hataları, birazcık örtbas etmek üzerinden bir yaklaşım değil hakikaten insanların ihtiyacı olan bir sistem getirmek istiyoruz. Yani herkes kurallar olduğunu ve çıkılmayacağını bilecek! Bu kurallara göre, bu şekilde yapılır diyecek. Dolayısıyla, ne şekilde adımını atacağını bilecek. Ve bu bağlamda, kamudaki göç yasasına rağmen, baktığınızda, kamuya olan ilgi azalmıyor. Niye kamu? Özel sektör de esasında yeterince denetlenmiyor çünkü… Özel sektördeki iş sağlığı ve güvenliği insanların emek sömürüsünün önüne geçecek önlemlerin alınması üzerinden yapılmıyor. Yetersizlikler var. İnsanlar özel sektöre yöneldiği zaman orada emeğinin karşılığını alabileceğini, yatırımlarının doğru yapılacağını, çalışma saatlerinin istismar edilmeyeceğini ve emeğinin karşılığının ödeneceğini bilse niye bu kadar kamuya gitmek için uğraşsın. Ben de sözleşmeli personel olarak çalışmıştım devlette. Bu öyle çok da yaratıcılığınızı kullanabileceğiniz, efendime söyleyeyim, orada bir takım bürokratik kurallarla sınırlı olduğunuz bir yerdir baktığınızda. Çok da cazip bir yer değil aslında insanların üretkenliği açısından. Ama iş güvencesi olarak görülüyor. Yani o bağlamda özel sektörde, insanların emeğinin sömürülmesini engelleyici önlemlerin sağlanmasına, herkesin eğitimini aldığı alana göre istediği alanların, yatırım alanlarının açılması, kamuya olan ilgiyi azaltacak herhalde. Yani bizim öngörümüz bu! 

Ç.D.: Sevgili Doğuş; bu memlekette uzunca bir süre suyu tartıştık. Su geldiydi, geliyordu, gelecekti... Boruların içinden çıkan başbakan mı istersin, siyasiler mi istersin… Su geldi, ama ihtiyaca cevap vermedi galiba. Üretici, çiftçi oldukça sıkıntılı görülüyor. Biz hala suyun ücretini sindirebilmiş değiliz yerel kullanımda. Etkin bir şekilde kullanılamadığını da görüyoruz. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti ile olan ilişkiler açısından da uzun tartışmaların yaşanmasına neden olan bir süreçti. Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin önümüzdeki dönemde o suyla ilgili politikası ne olacak?

D.D.: Şimdi her şeyden önce su en temel kaynak. Aslında alınıp satılacak bir meta değil. Parası olanın kullanacağı, parası olmayanın kullanmayacağı gibi tercih yapılabilecek bir şey de değil. Çünkü su hayattır baktığınızda. Dolayısıyla bunun satılabilir bir şeye dönüşmesine, zaten ilkesel olarak da karşı bir noktada duruyoruz siyaseten. Ama bu ülkenin de suya ihtiyacı olduğunu, aküferlerin boşaldığını, hiçbir kontrol olmadan sürekli kuyu açma izinlerinin verildiği ve aslında herkesin anayasal hakkı olan bir şeyin ticari bir metaya dönüştürülmesi söz konusuydu. Dolayısıyla bir ihtiyaç olduğu ortadaydı. Bu ihtiyacın giderilmesi için Türkiye Cumhuriyeti ile işbirliği yapmak ve bunun aslında Kıbrıs'ın da bölgesel bir barış havzası olabilmesi manasında kullanılabilmesinin sağlamak. Kıbrıslı Rumlara da aslında su tedarikini sağlamak bağlamından, herhangi bir itirazımız yok. Ama bu su gelirken, “Kıbrıslı Türklere hibedir.”, “Kıbrıslı Türklerle Anavatan arasında ayrılmaz bağlar oluşturmak üzere yapılıyor.”, “Biz oradaki kardeşlerimize bunu hibe ediyoruz.” gibi söylemler üzerinden, aslında birazcık hamasi bir yerden yapıldı. 2010'da Sayın İrsen Küçük'ün imzalamış olduğu, aslında bir sürü noktadan bağlayıcı bir antlaşmanın içeriğinin işaret ettiği şekilde çizilmiş oldu. Cumhuriyetçi Türk Partisi döneminde, bu bağlayıcı noktalardan çok da kaçmak ve esnetmek kolay değildi. Ama biz şunu söyledik: En azından, dedik, bu suyun yönetimi bizim olsun dedik. Bize önerilen anlaşmanın içerisinde, yağmur suları dahil bütün suların toplanması ve tümünün tek elden, büyük ihtimal daha sonra devredilecek bir özel şirketten pazarlanması söz konusudur. Ki bilirsiniz her özel sektör, öncelikle kâr amacıyla zaten hareket ettiğinden, suyun hem ticarileşmesi, hem de pahalı bir şekilde satılmasını gündeme getirecektir. Dolayısıyla biz bunu müzakere etmeye çalıştık. O dönemde işte biliyorsunuz, şimdi adayımızdır da aslında, Sayın Ulaş Altıok, daha önceden de yaptığı bir takım maliyet ve risk analizleri vardı. 7 TL civarında bir para bulunmuştu. Ama o 7 TL'nin içerisinde, aslında, boruların maliyeti, suyun belediye depolarına ulaşması ve dağıtımı ile ilgili yatırımı da vardı. Ve mülkiyet Kıbrıslı Türklerde olursa aslında olacaktı. Aslında onun parasını ödeyecektiniz, ama mülkiyet size ait olacaktı. Bir baktık şu andaki uygulama ya: 3 gibi bir miktar ödüyoruz ton başına. Belediye depolarından evlere ulaşana kadar. Daha sonra faturalara yansıyan kısım çok daha fazla. Yani 7 TL. Lefkoşa Belediyesi’nde, şu anda örneğin ton başına ödüyoruz biz. Ama ne mülkiyet bize ait, ne projelerle ilgili şu andaki hükümetin ne yapacağı ile ilgili bir ilgisi var. Örneğin Sayın Çavuşoğlu'nun haberi yok suyla ilgili neler olup bittiği ile ilgili. Biz Türkiye'deki bakandan duyuyoruz suyla ilgili projeleri. Ne tarıma yansıyabildiği, bu bağlamda verimliliğini arttırılabilmesi bağlamında ne de günlük kullanım tüketim, işte, içme suyu olacak, çeşmeden su içeceksiniz falan dendi. Hayır öyle olmadı aslında. Evet, suyun niteliği yükseldi bir miktar ama aslında öyle olmadı. Ve hala daha kaynaklarımız, aküferlerimiz boşalmaya devam ediyor. İzinsiz kuyu açmalar da devam ediyor. Bu yine plansızlığın ve öngörüsüzlüğün bir sonucudur. “Efendim nasıl isterseniz ben onun altına, virgülüne noktasına dokunmadan zaten imza atacağım.” diyordu Sayın Özgürgün. Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin hükümetten gitmesine neden olan bir meseledir aslında bu. Türkiye Cumhuriyeti'nin kendi çıkarları ve kendi menfaatleri doğrultusunda bir öngörüde bulunması kadar doğal bir şey olamaz. Elbette ki gerek suda, gerek elektrikte, o, 85 milyonluk nüfusun çıkarlarını öne koyacak olan bir devlettir Türkiye Cumhuriyeti için bu rasyoneldir de. Burada hiçbir sorun yok. Ama biz de eğer bir devlet isek, eğer bu devleti yönetme erkini halk bize tevdi etmişse, her şeyden önce o toplumun kamusal faydası için konuşmalıyız. Bununla ilgili işbirliği alanlarını zorlamalıyız. Ve biz bunu müzakere etmek istediğimiz için böyle bir alavere dalavere ile CTP ansızın hükümetten gitti. Şimdi benzer bir risk aslında enerji konusunda da söz konusudur.

Ç.D.: Evet onu da sormaya hazırlanıyordum.

D.D.: İstersen sor öyle devam edelim…

Ç.D.: Hayır. Lütfen devam et.

D.D.: Şimdi CTP olarak biz, Avrupa enterkonnekte sistemine bağlanmakla ilgili herhangi bir sorunumuz yok. Çünkü enerji arz güvenliğinin sağlanabilmesi, senkron paralel bağlantı dediğimiz bağlantı modelinin gerçekleşmesi bizim zaten arzu ettiğimiz bir şey. Bunun Türkiye üzerinden olması da ayrıca itirazımızı olan bir şey değil. Yine su meselesinde olduğu gibi… Ama şunu diyoruz biz: Bir enterkonnekte projesi olacaksa, fizibilite raporu nerede? Çünkü döşenecek kablodan, çift damarlı mı tek damarlı mı olacağı önemlidir. Biliyorsunuz bu kabloları döşediğiniz zaman bir bakımı var. Bakım onarıma girdiği zaman, yedek güç bulundurmanız gerekiyor. Avrupa'daki çeşitli anlaşmalar kapsamında Avrupa'da birbirine enterkonnekte olan ülkeler, elektrik santrallerini kapatmıyorlar. Çünkü bir arıza olduğunda, yedek gücün devreye girmesi gerekiyor. Kıb-Tek ne olacak? Sunat Bey, her çıktığında, işte biz iletim dağıtım ve üretimi özelleştireceğiz diyor. İletim dünyanın hiçbir yerinde özel değil. Dağıtımı şu anda Türkiye özelleştirilmiş durumdadır. Türkiye'de özel şirketin yaptığı tahsilat Kıb-Tek’in  yaptığı tahsilattan çok daha azdır. Kıb-Tek, özellikle bu akıllı sayaçlara geçtikten sonra %95 oranında bir tahsilat yapabiliyor. Kıb-Tek bir kamu kurumudur baktığınızda… Ve Türkiye'de özel sektör bunu yapamıyor. Yani hizmet niteliğini artıran veya tahsilatı artırabilir endişeyle değil baktığınızda. Sayın İsmet Akim, CTP zamanında ne yaptı? Şu anda zarar yaratan ve çevre kirliliği yapılan buhar tribünlerinin daha az çalıştırılması için yeni santraller alma yoluna gitti. Ve halkın cebinden, tek kuruş çıkmadan, kademelendirilmiş bir ödeme şekliyle şu anda santrallerimiz oldu. Her geçen gün, işte bu nüfus yığılmasından kaynaklı, enerji ihtiyacımız artarken, bu yatırımların da devam etmesi gerekiyor. Çünkü kendi enerjisini üretemeyen bir toplum, bağımlı hale gelir. Biz Türkiye ile eğer bir enterkonnekte anlaşması yapacaksak ve bu bağlamda bir kablo gelecekse şunları soruyoruz: Bir alım garantisi olacak mı? Çünkü AKSA ile yapılan alım garantisi anlaşması yüzünden, Kıb-Tek daha fazla üretim yaptığı halde, biz AKSA yüzünden faturalara çok daha fazla bir miktar ödemek zorunda kalabiliyoruz. Halkın zararınadır bu. Çünkü halkın cebinden çıkan bir şeydir. Eğer bizim gelecek 25 yılımızı bağlamayacaksa, zaten biz buna niye itiraz edelim. Sonra; senkronik paralel bağlantı yani o arz güvenliğini sağlayan bağlantı mı olacak, yoksa bizi Türkiye'deki bir elektrik santraline bağlayıp orada tekelleşme yaratan bir özel sektör şirketinden enerji almaya mı zorlanacağız? Fizibilitesi nedir? Sunat Bey olmayan bir şekilde, bir sene oldu ben bununla ilgili mecliste konuşma yapmalı, ikide bir çıkıp 25 kuruşa elektrik çıkacak diyor. 2016 yılının 25 Ekim günü biz CTP olarak bu elektrikle ilgili özel görüşme talep etmiştik Meclis'te ve bir oturum yapıldı bununla ilgili. Sadece ben, 1 saat konuştum. Bütün o mali verileri de bu konuda ilgili çalışma yapan arkadaşlarımın da çalışmalarından faydalanarak ortaya koydum. Tek cümle etmedi. Ha şimdi 25 kuruş diyemiyor artık, çünkü bunun aslında bir taban olduğunu kabul ediyor. Sayın Ersin Tatar’ın, yani Eski Maliye Bakanı'nın Ulusal Birlik Partili, bir televizyon programında 25 kuruş diye bir şey yoktur dediğine şahit oldum. Sonra kendisine sordum: Niçin Sunat Bey böyle söylüyor; siz de böyle söylüyorsunuz? diye. “Şimdi kavga ettirmeyin beni bakanla!” dedi. Çünkü Sayın Ersin Tatar, iktisat bilen bir insandır. Maliye Bakanlığı yapmıştır. Bu söylenenin, aslında doğru olmadığını biliyor. Dolayısıyla biz gerek Kıb-Tek  ve çalışanları, gerek Kıbrıs Türk toplumundan enerji üretebilme ve kendi kurumları üzerinde irade sahibi olabilmesi, gerek en önemlisi de bu aslında, halkımızın cebinden çıkacak paranın ne olduğunu bilmeden gidip de bunların altına öyle koyduğu bir şekilde imza atacak falan değiliz. Zaten şartlarımız da Sayın Tufan Erhürman’ın da birkaç kere açıkladığı üzere demin söylediğim gibidir. Alım garantisi olacak mı? Senkron paralel garantisi olacak mı? Enterkonnekte sistemine mi bağlanacağız, yoksa Türkiye'deki bir santrale mi bağlıyorsunuz? Buradaki yatırımlar ne olacak? Buhar tribünlerinin devreden çıkabilmesi için, doğal gaz çevirimleri geleceğe yatırım yapmak açısından, dizel santrallerin alınması çok daha kârlı ve bizim açımızdan fizibıl olabilir. Bunlara cevap vermeden bakanın yaptığı açıklamaların, ben, yanlış olduğunu düşünüyorum doğrusunu isterseniz. Yani yarın öbür gün güneydeki seçimler de geçtikten sonra, müzakere süreci yeniden başladığında, Kıbrıs'ta Türklerin de hak sahibi olduğu doğal gaz, örneğin, taşınacaksa Avrupa'ya bunun bir modelinin de elektriğe dönüştürülerek taşınmasıdır. Burada Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan ve Ortadoğu coğrafyası içerisinde; hem ekonomik kaynakları itibariyle hem de ülkeler arası dostluk ve işbirliğine teşvik edecektir. Dostluk ve barış anlaşmasına vesile olacaksa tüm bunları bütünlüklü bir şekilde ortaya koyabilmemiz lazım. Çünkü bugün imzaladığımız her anlaşma, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak, her uluslararası anlaşmadır ve derhal devletine devredilecek olan bir anlaşmadır. Bizim geleceğimizi ve kuracağımız ortaklıkları doğrudan ilgilendiren meseleler değil bunlar. Bir Avrupa Birliği ülkesi olduğumuz manada da ilişkilerimizi etkileyecek bir noktadadır. O yüzden bunların öyle ezbere, efendim siz söylediniz biz yaparız, şeklinde yapılması doğru değil. İkide bir çıkıp “2017'nin sonunda kablo ile elektrik projesi başlayacak” diyordu Sunat Bey, bunu zaten hem yapma yetkisi artık yoktur. Bu yetkiye haiz olmadığını söylemek lazım… Hem de bu olacaksa, sadece bir partinin, bir bakanının, işte oradaki bir başka bakanla kurduğu kişisel ilişkiler üzerinden olacak bir mesele değildi. Bu ülkenin çıkarlarıyla ilgili bir meseledir. Bu toplumun çocuklarımızın çıkarlarıyla ilgili bir meseledir. Ve partiler arası mutabakatın da olması gereken bir meseledir. Çünkü hepimizin cebinden çıkacak bir paradır. Hepimizin enerji ihtiyacı burada söz fazladır. Kamusal ve partiler üstü bir meseledir. Dolayısıyla zamanında İrsen Küçük Bey’in, suda yaptığı gibi bağlayıcı ve geleceğimizi ipotek altına alacağı bir anlaşma Cumhuriyetçi Türk Partisi eğer iktidarda olursa böyle olmayacak. 

Ç.D.: Sizce hükümet ne yapıyor?

D.D.: Benim son dönemde gördüğüm, özellikle sağ partilerden, bu bakanlıkları ve makamları, mevki olarak değerlendirmeyi tercih ediyorlar. Bu son dört yılda gördüğüm, bakan olmak birazcık da onun böyle havasını kullanmak gibi. Yani işte protokollerde yer almak, Mercedeslere binmek… Zaten ilk icraatlar hatırlarsanız Mercedes almak olmuştu. Zaten toplumun bu kadar ihtiyacı varken hem de. Devletin kaynaklarını biraz bu bağlamda şartlı üretmek… Geçmişte skandallar da var: Çiçekçi paraları ödenmez, trafik cezaları ödenmez… gibi Ulusal Birlik Partisi'nin de Demokrat Parti’nin de maalesef, siyasi tarih içerisinde, bu tür yanlışların da olduğunu düşünüyorum. Denk bütçe yaklaşımı üzerinden de, sadece maliye odaklı devam etmek çok doğru değil. Daha makro çalışmaların yapılması gerektiğini düşünüyorum. Serdar Bey'in biz denk bütçe yaptık dediği gibi, yine sadece boş bir balon koyarsınız ortaya; Türkiye'den yapılan katkıları da koymuş ve “Ben denk bütçe yaptım.” diyor. Sadece maliye bakışıyla yapılacak ve alınacak bir mesele değil denk bütçe yapma. Siz sosyal adaleti ne kadar sağlıyorsunuz? Verdiğiniz kamu hizmetlerine kadar kamu faydası sağlıyor? Toplu taşımacılığınız nerededir? Hastanelerinizin durumu nedir? Bugün bas bas bağırıyor Tıp-İş baktığınızda. Başta Sıla Usar örneğin… Biz altyapı çalışmalarının yapılmasını istiyoruz. Hastanede araç gereç eksiklerimiz var. Doktorların özlük haklarının geliştirilmesi gerekiyor. Hasta hakları geliştirilmeli vs.… gibi bir paket olarak geliştirilmesi lazım bunların diyor… Bunları yapmayacaksınız siz, ama devletin kaynakları böyle çar çur edilecek. Aslında bu bağlamda bakmak gerekiyor diye düşünüyorum

Ç.D.: 7 Ocak'tan sonraki seçimlerle ilgili ne öngörüyorsunuz, nasıl bir parlamento, nasıl bir hükümet?

D.D.: Yani idealimdekini mi söyleyeyim yoksa…?

Ç.D.: Öngörü lütfen…

D.D.: İdealinizi gerçekleştirmek biraz da size bağlıdır ya… Hani yeni vekil olduğumuz için, hem de çok hevesli olduğumuz için hizmet etmek bağlamında, aynı anda 3 - 4 komitede görev yaptık. Önümüze yasalar geldiği zaman, onları böyle çalışma ihtiyacı hisseden, bir Organ Nakil Yasası mesela, çok emek verdiğimiz yasalardan bir tanesidir çalıştığım komitede. Dünyada organ nakli nasıl yapılıyor, organ ticaretini önlemek için ne gibi önlemler alınıyor? Çünkü böyle bir şekilde insan ticareti yapılabilir mi olasılığı da yüksek bir ülkedeyiz ve buna mahal vermemek için ne yapmalıyız diye, doktor arkadaşların da çok katkısıyla, deli gibi gecelerce çok kişisel zamanımızdan da ayırarak çalışıp da uğraştık. Ama bir de vekil tarzı var ki, komiteye geldiği zaman gazeteciğini de açar, okur… Gerçekten böyle arkadaşlar da gördük Meclis'te. Meclis'e gelme ihtiyacı hissetmez, geldiği zaman önemsemez gönderilen yasaları okumaz… Bu profilin artık mecliste olmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü öyle bir nitelik kaybına yol açıldı ki, vekil dediğin de hırsız sahtekâr koltuk düşmanı bir insan geliyor insanların kafasına ve totolojik bir yerden yaklaşıyor insanlar. Yani kim aslında hevesle faydalı olmaya çalışıyor  ve kim bu işi sadece mevkii olarak görüyor ayırt edilmeden 50 kişi birden küfür basıyor aslında halk baktığınızda… Alınıyorsunuz da. Ben bu kadar iş yapmaya çalıştım da niye aynılaştırıyorlar gibi, gücünüzle de gidiyor. Bizim listemizde de ciddi bir gençleşme var. Evet, her genç güzel ve her yaşlı kötü gibi bir şekilde de bakmıyorum. Yaş ayrımına da karşıyım ama… Biz parti olarak özen gösterdik. Eğitimine baktık, donanımına baktık… Önem vererek aday listelerimizi oluşturduk. Başka partilerde de aynı şekilde genç ve değerli arkadaşların olduğunu görebiliyoruz… Ağırlıkla onlar girer umarım. İddialı cümlelerle kendisini temiz, gerisini de pis ilan eder partiler var baktığınızda. Onlar da aslında, bu totolojik söyleminin üretilmesine çok katkıda bulunuyorlar. Ve söyledikleri sözlerin de altından kalkamayacak bir profil çıktı ortaya zaten. Adaylar bağlamında da, sonrasında da bunun daha da görünür olacağına inanıyorum. Yani şu anda benim temenni ettiğim meclis gerçekten bu işe saygı duyan ve bu işin niteliğini kurallara göre yapmak hevesinde olan insanlar. Bu konuda çok umutlu muyum? Yok, gerçekçiyim onu söyleyeyim. Çünkü Ulusal Birlik Partisi hala daha anketlerde yüksek yerlerde görünüyorsa, bu 18 aylık usulsüzlük ve istifa edilmesi gereken icraatlara rağmen… Demek ki beklediğimiz nitelikte bir meclis olmama ihtimali de yüksektir diyorum ben.

Ç.D.: Anketlere nasıl bakıyorsunuz?

D.D.: Elbette ki bütün anketlere güvenmiyorum. Doğrusu çok yanıltıcı olabileceğini biliyorum. Yani benim, yüksek lisansım da sosyoloji olduğu için, (lisansım siyaset bilimi yüksek lisansım sosyoloji), bu tip anketlerde sorulan soruların, nasıl yönlendirici olabileceğini, kullanılan yöntemlerin nasıl sonuçları değiştirebileceğini aşağı yukarı biraz biliyorum. Dolayısıyla anketler bazında konuşmayı doğru bulmam. Bütün gördüğüm anketlerde Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin bir yükseliş trendinde olduğu ortak noktası var. Bu veri bir gerçek ve inkâr edilemez, ama oransal olarak baktığınızda çok güvenilir mi onu bilemiyorum. Yani bir şekilde artık bunun son şans olduğunu düşünüyorum. Yani evet, bunu hep söylerler ama Sayın İrsen Küçük döneminde toplanmazdık. Bir sürü yasa kadük olmuştu. Bitti herhalde artık bu toplum. Ne yapacağız diye bir karamsar haldeydim. Ama şu anda birazcık daha karamsarım. Son şans dememin nedeni biraz da bu... Çünkü büyük bir istila halinde gidiyor ülkedeki siyaset. Doğal kaynaklar istila ediliyor, sosyal adalet dengesi yerinden oynamış, nüfus kontrol edilemez bir şekilde ihtiyaçları karşılanacak şekilde, şehirleşme denilen şey bu kadar çarpık olamaz… Sıra Mağusa’da, Girne’den sonra… Dolayısıyla da bunların önü alınmazsa, beş sene sonra ne Kıbrıslı Türk toplumundan bahsedebileceğiz ne de devletin içini dolduran neyse artık… Ana sektörler de bitecek diye düşünüyorum.

Ç.D.: Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin herhangi bir kamuoyu yoklaması oldu mu?

D.D.: Arkadaşların bazı şeyler yaptırdıklarını biliyorum, ama henüz bizimle bir şey paylaşmadılar. Bu biraz daha sanırım propaganda ekibinin görevi olacak. İnsanların oy verme eğilimlerini de inceliyorlar diye biliyorum; ama sonuçları bilmem. Bizim kendi aramızdaki sohbetlerimiz de basına yansıyanlar üzerinden devam ediyor.

 

 

Röportaj Haberleri

Mevcut İhale Yasası ’ Usulsüzlüğe" açık!
Polis Genel Müdürlüğü, yangınlarına karşı halkın dikkatli olmasını istedi
Poşet dolmuyor tencere kaynamıyor
“Her an taksiye binecek paramız yok”
“Zam yaptık demek bu kadar mı zor?”