1. HABERLER

  2. SAĞLIK

  3. Toplum olarak neden mutsuzuz?
Toplum olarak neden mutsuzuz?

Toplum olarak neden mutsuzuz?

Toplumsal olarak paylaşılan ortak acıların yaşanış şekli toplumun ruhsallığını da belirler.Toplumun da tıpkı bireyde olduğu gibi yaralarını sarması için yaşananları ve sonucunda kendisinde açığa çıkan tepkileri kendi hafızasında bir yere yerleştirmelidir.

A+A-

Psikolog Melin ULUÇ

Travmadan doğrudan veya dolaylı yoldan zarar görmüş kişilerle beraber, zarar görmemiş olanların, toplumsal yapının içindeki farklı sistemlerin, kuruluşların, yapıların ve devletin yaşanan durum karşısında nasıl bir tutum sergilediği ve olaya nasıl bir yerden baktığı bu anlamlandırma sürecinin seyrinde belirleyicidir. Toplumun bazı bireylerinin yaşanan duruma duyarsız kalmaları ve destek sunmamaları durumunda dayanışma ve yardımlaşma gibi insanın hayatını devam ettirme ve birlikte yaşamaya dair temel gereksinimleri yerini bulamaz. Böyle bir durumda travmadan etkilenmiş olmasak bile kendimizi yaşadığımız yerde güven içerisinde hissedemeyiz. Bundandır ki dehşet, çaresizlik, gelecekten yana tedirginlik, acı, kayıp hissi, olayın olmamış olmasını arzulamak, duygu ve insanlıkla ilgili sorgulamalar, öfke, donukluk, yabancılaşma, yalnızlık gibi pek çok duygunun bir sis bulutu gibi bizi boğmasıyla karşıyayız. Evet, eminim tam ortasındayız ve çare yine ‘’biz’’iz.

Savaş psikolojisi

Tüm savaş geçiren ülkelerde olduğu gibi, bizim ülkemizde de kalıcı bir travmanın yaşandığı kaçınılmaz bir gerçektir. Birey, toplum ve iktidar… İktidar darken illaki hükümet değil, bunun yanı sıra erki elinde bulunduran her kişi ve kurumun bireyin/toplumun bu şekilde hissetmesinin üzerinde payı var. Bu üçgende birey kendini yalnız ve yetersiz gördükçe üretim düşüyor, düştükçe de köreliyoruz. Yetersiz hissediyoruz, çünkü üretemiyoruz, üretmeye kalktığımızda önümüze çıkan bir dolu engel var.       Dışengellerinyanındaaslındaailelerinçocuklariçinhelikoptermisali her ihtiyaçlarını onların çabasını hiç gerekli görmeden sunmasıdır.  Aslında bu konuyu ebeveynlerden gelen ‘’hazırcılık’’ olarak da adlandırmak doğru olacaktır.

Aslında bunun temelinde ailelerin bu süreçte yaşadığı yokluklar, mağduriyetler de kendi çocuklarına daha verici olmalarını doğurmuştur. Yani doğal süreçte ailelerin çektikleri sıkıntılar çocuklarına da istemeden yansımıştır. Haliyle ailelerin sunduğunu toplumdan göremeyen birey ‘’kendinden vermeyi öğrenmediğinden’’  de  ‘’ben ne yapabilirim" düşüncesine kapılır.

Ben bir şey yapmadım

Vaktiyle “sülalesi rahat” bir çiftçi yaşarmış Anadolu’nun küçük bir köyünde. Bilirsiniz sulama kanalları vardır ve herkesin sulama yapacağı gün ve zaman bellidir. Vakti geldiğinde köylü kanalın kendi tarlasına açılan kısmını kaldırır ve tarlasını sular. Tarlasını ektiği adam yanına gelir ve tarlayı neden sulamadığını sorar. Bizim çiftçi de derki “Ben bir şey yapmadım ki… Zaten sorun da bu değil mi? “Ben bir şey yapmadım” dediğinde zannediyoruz ki her şey yolunda ve yolunda gitmeyen şey bizden kaynaklı değil. İşte toplum şuuru gereği bu yazıyı yazıyorum.  “Ben uyardım! ” diyebilmek için ve elimden geldikçe özellikle gençlerimizi bu konuda bilinçlendirme çabasındayım. Hepimiz de böyle yapmalıyız. Kendimizden başlayarak çevremizi kendimiz olmaya ve özümüzü korumaya vakfetmeliyiz.  Aslında burada bir seyirci psikolojisi mevcut… ‘’O diklenmezse ben de susar kalırım bana ne’’, ‘’bana dokunmayan yılan bin yaşasın’’, ‘’ne haddime’’… Aslında şöyle ki benliğimizi başkasının eline verip biz istirahate çekiliyoruz. O halde sorarım size; deliden ne farkımız var? Popülariteden uzak, kendi benliğimizin çevresinde olmadığımız müddetçe bir ağaçtan ne farkımız var? Aslında haksızlık etmemeliyim. Bir ağaç bile yakın mesafesine dikilen farklı bir türün onun varlığını tehdit ettiğini sezdiğinde toprakaltında azot yayarak onu yok ediyor. Biz halen varlığımızı tehdit eden genel, özel hiçbir mekanizmayı yok edemiyoruz.

Sığınacak liman talan oldu boğuluyoruz

Kime gidilir bu noktada, ne yapılır? Kim olsa halkın iradesiyle seçilmiş terim anlamıyla halkın refahını gözeten oluşumu çare görecektir, gereken de budur. Çünkü bu oluşumdaki sözcüler halkın fikirlerini dikkate alan,  bu fikirlerin yansımalarına ayna tutan ‘’paylaşım mekanizmaları’’ görevini üstlenirler. Peki ya yaşananları ‘’öğrenilmiş çaresizlik’’ misali nasılsa ‘’böyle geldi böyle gider ‘’ dediğimizden paylaşabilecek alanın olmayışı, toplumu “konuşulamayanlar’’ın gölgesinde kalmış hissettirirse bu ‘’kangren’’ kader midir? Hayır, tabiî ki. Görüyorum yaşadığımız her toplumsal vakada hemen hem fiziksel manada hem sosyal medya ortamında karalara bürünüyoruz. Bu mu direniş? Bu mu çözüm arayışımız? Çok pasifiz, üstelik elimizde çok imkân varken bu yüzden diyorum ya kader değildir. Bizler değişmediğimiz hayatlarımızın beğenmediğimiz alışkanlıklarını yaşamaya mahkûm değilizdir, değiştirebiliriz. Bu hem bulunduğumuz toplum işleyişinde hem bireysel yaşantımızda işlevselliği artıracaktır. Ama evvela bu çatışmada bir soluk almalıyız çünkü yaşananları inkâr etme eğilimi, diğer yandan da olanları dile getirme isteği arasında yaşanan duygusal çatışmanın yoğunluğu, toplumun ruhsallığıyla doğrudan ilişkilidir. Ne zamanki yaşananlar toplumca kabul edilir ve görülmeye başlanırsa, işte o zaman travmatik olayı yaşamış insanlar “iyileşme”ye başlayabilir. Fakat bu kabul ediş, bu farkındalık hem sivil halk hem de toplumu oluşturan tüm organlar olmak üzere toplumun tüm kesimini kapsamaktadır. Organ dedim. Çünkü toplum bir vücuttur, tek bir organla işlemez hele ki kalp çalışmazsa hayat sona erer. Kalbi, nabzı yokladığından halkın refahını gözetip nabzını yokladığı gerçeğinden hareketle toplum sözcüleriyle ilişkilendirmek mümkündür. Aksi halde paranoyak, kendine yabancı, sürekli başkalarını suçlayan insan modelinden bir farkımız kalmayacaktır. Ne yazık ki farkındaysak ama bencilce davranıp toplumun refahını değil kendi sürekliliğimizi düşünürsek bu farkındalık işlevsel değildir. Dawkins’in ‘’bencil gen’’ teorisini bencil, bananeci insan modeline benzetirim hep. Devamlılığını sağlamak isteyen gen onun yayılmasına olanak sağlayan genleri destekleyecektir. Organizmanın önemi yoktur çünkü onu geliştirmek zaman alacaktır ama tek başına gene odaklanırsak konu iyice bir kolaylaşacaktır. Bu durum birey-toplum örneğine indirgenebilir. Bireyin toplumun gelişmesini değil kendinin gelişmesini destekler nitelikte olduğunu görüyorum. Toplumun genelini sarsan bir vaka yaşandığında elbette herkes herkesi suçlayacaktır çünkü herkeste ‘’ben’’ vardır gözünü gerçeklere kapatmasına sebep olan. Mağdur olanlar diğer kesimler tarafından suçlandıkça birlikte yaşama ihtimalimiz de yok olmaktadır. Zayıf daima eşitlik ve adalet isteyecektir ama bu güçlünün umrunda bile olmayacaktır çünkü herkesin zaafları farklıdır. Bundandır ki aynı frekansta değiliz, ortada bütünlük yok ortada sadece herkese düşen bir gemi ve gemisini kurtarıp kaptan olma derdinde insanlar vardır. Bu noktada; kişiler kontrol kendi ellerinde olmadığında ya da olmasına izin vermediğinde olayları ihmal, tedbirsizlik gibi tutarsız kararlara ya da karşıdakinin tutumuna yorarlar, adını da ‘’kader’’ koyarak normalleştirirler. Haberimiz yok normalleştirdikçe çocuklarımızın çocuklarını da harap edeceğiz. Hep diyorum ilerlememiz için empati şart adı üzerinde duygudaşlık.  Sahi siz hiç öldünüz mü? Ya da çaresizlik içinde ellerinizi başınızda kavuşturup bir sevdiğinizin akıbetini beklediniz mi? Düşünün derim.

Asla unutmayın, hep ders alın

Az üstte bahsetmiştim. Kaygı, tedirginlik, değerlerimizi sorgulama, hayatını idame ettirememe, kendinden şüphe etme hepsi ama hepsi mevcut. Peki neden? Nasıl aşılır, nasıl önlenir? Hatırlamak dolayısıyla ders almak ve aidiyet yeni hamurumuzu yoğururken malzemelerimiz olsun. Kişiler, kapılarını çaldığında derdine derman olacak birilerini sezdiklerinde daha çabuk iyileşirler. Üstelik yaşadığı toplumla karşılıklı olarak kapsanabilen bireyler kendilerine kılıf bulmak için farklı davranışlara da yönelmeyeceklerdir. Bunu toplum boyutunda yer alan adalete, dengeliliğe atfedebiliriz ki bu zaruri olmasa bile yepyeni bir sistemi bile gerektirebilir. Boşluğa izin verdiğimiz anda hâkimiyeti elimizden kaçıracağımız da aşikârdır. Kısacası; yıpranmaya yüz tutmuş birey ve toplumların ilacı bütünleştirici ve güven verici bir ortamdır gerisi de tırttır.

Toplum olarak bir günümüzün diğerinden refah geçeceği aydınlık yarınlara temennimle…

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.