Adaletin tecellisi
Adıyaman’da yaşanan trajik olaylar sonrası yargılanması gerekenler sadece otelin sahibi ya da orada görev yapan birkaç kişi olmamalıdır.
Bu süreç, yalnızca bireysel sorumlulukların değil, aynı zamanda sistemin ve denetim mekanizmalarının da sorgulanmasına kapı aralamaktadır.
“İzin veren” makamların tüm temsilcileri, bu olayın yaşanmasında payları olduğu düşünülerek, sorumlulukları üstlenmelidir. İzinsiz ve denetimsiz bir şekilde inşa edilen yapılar veya uygun olmayan koşullarda gerçekleştirilen faaliyetler, sadece işletmecilerin değil; onlara izin veren, denetlemesi gereken ve gerekli yasal çerçeveleri oluşturmayan yetkililerin de sorumluluğundadır.
Bu bakımdan, Adıyaman’da yaşananların ardından atılacak adımlar, adaletin geniş bir perspektiften ele alınmasını gerektirmektedir.
“Türk Adaleti’ne güveniyorum” diyenlerin bu güveni, adaletin her seviyede ve her temsilcisi için geçerli olmalıdır.
Ancak yarın, Adıyaman’da beklenen sonuçlar çıkmadığı takdirde, aynı kişiler bu güvenlerini sorgulayabilecek mi?
İşte bu, adaletin yarıştırılması ve sorgulanabilirliğine dair önemli bir meseledir. Adalet sisteminin sağlıklı işlemesi, sadece bireysel yargılama süreçleriyle değil, aynı zamanda bu süreçlerin arkasındaki yapıların ve işleyişlerin de şeffaf ve hesap verebilir olmasıyla sağlanabilir.
Dolayısıyla, tüm yetkililerin ve sorumluların bu bağlamda hesaba çekileceği bir sürecin takip edilmesi elzemdir.
Adaletin tecelli etmesi için, sadece kurbanların ve etkilenenlerin değil, bu süreçteki tüm paydaşların seslerinin duyulması ve hesap vermesi gerekiyor.
Bu, yalnızca mevcut olaylar için değil; gelecekte benzer adaletsizliklerin yaşanmaması adına da hayati bir önem taşımaktadır.
Halkı açlıkla terbiye etme hedefi asla kabul edilemez!
Kasım ayı itibarıyla Türkiye'de %2,24 olarak açıklanan enflasyon, KKTC’yle karşılaştırıldığında, özellikle yaşam pahalılığı ve temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarındaki artış dikkate alındığında, oldukça farklı bir tablo çizmektedir.
Halkımız, hayat pahalılığının giderek arttığı bir dönemde, bu tür resmi açıklamaları sorgulamakta ve tepkilerini dile getirmektedir.
Resmi düzeyde yapılan bu tür açıklamalar, toplumun gerçek durumunu yansıtmadığında, bunun getirdiği olumsuz etkiler halk nezdinde daha da derinleşmektedir.
İnsanlar, alışveriş yaparken, pazarda, markette ve günlük hayatın içinde bu yüksek fiyatlarla yüzleşirken, açıklanan rakamların gerçeklikle ne denli örtüştüğünü sorgulamakta haklıdırlar.
“Amacınız ne?” sorusu, bu noktada toplumun en geçerli sorusudur. Yalnızca ekonomik gerçeklerin göz ardı edilmesi, halkın zor durumda kalmasına ve ağır bir yaşam standartıyla baş başa kalmasına sebep olmaktadır.
Açıklanan rakamların altında yatan nedenlerin ve gerçek yaşam koşullarının iyi değerlendirilmemesi, sonuç olarak halkın yaşadığı zorlukları daha da derinleştirmektedir.
Bu bağlamda, halkın açlık ve sefalete sürüklenmesi, toplumsal güvensizliği ve huzursuzluğu artırırken, bu durumun siyaseten de istikrarsızlığa yol açma potansiyeli ortadadır.
Ekonomik verilerin toplumla gerçek anlamda paylaşılması, şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkeleriyle hareket edilmesi, toplumun güvencede hissetmesini sağlayacak en önemli adımlardandır.
Sonuç olarak, ülkede yaşanan hayat pahalılığı ve öncü ekonomik göstergelerin doğru bir şekilde ifade edilmesi, hem halkın güvenini yeniden kazanmak hem de sosyal barışı sağlamak için hüsran yaşanmadan atılması gereken önemli bir adımdır.
Halkı açlıkla terbiye etme hedefi asla kabul edilemez; aksine halkın refah düzeyinin artırılması, tüm kesimlerin birlikte yaşaması için gereken bir öncelik olmalıdır.
YAZIYA YORUM KAT