Günümüzde siyaset ve nefret dili!
Son dönemlerde Türkiye’de yaşanan siyasi gelişmeler, toplumumuzu derinden etkileyen bir kutuplaşmanın boyutlarını gözler önüne seriyor.
Belirli siyasilerin, ülkenin sosyal dokusunu ve laiklik anlayışını hedef alarak sürdürdüğü nefret söylemleri, sadece bireyleri değil, toplumsal olarak bizi birbirimize düşman eden bir iklim yaratıyor.
Eğitim camiası ile ilgili olumsuz ve yanıltıcı söylemler, bu kutuplaşmayı daha da derinleştiriyor.
Öğretmenlere yönelik hakaretler ve yalan beyanlar, ülkenin geleceğini emanet edeceğimiz nesillerin yetiştirilmesi için kritik öneme sahip bu mesleği de hedef alıyor.
Şimdi, Volkan Konak gibi sanatçıların maruz kaldığı nefret söylemleri, yalnızca bir müzisyenin kariyerine yöneltilmiş bir saldırı değil; aynı zamanda genel bir toplum algısının ifadesidir. Bu tür saldırılara yön veren siyasi aktörlerin, söz konusu eleştirilerden sonra gösterdikleri tepki, ironik bir durum oluşturuyor.
Bu bürokratlar ve siyasetçiler, yarattıkları nefret ortamından nedense hiç sorumlu tutulmuyor; aksine, bu atmosferin kendileri tarafından yaratıldığına dair en küçük bir öz eleştiri bile yapmıyorlar.
Sıvı gibi politika yürüterek her duruma adapte olabilen bu siyasiler, yarattıkları düşmanlığı ve kamplaşmayı bir kenara iterek, nefret ortamını “lanetlemek” gibi bir çaba içerisine girebiliyorlar. Ancak bu yaklaşım, samimiyetten uzak ve yanıltıcı bir tutumdur.
Kendi çıkarları doğrultusunda şekillenen söylemleri, bir anda değiştirip, toplumun genelinde yarattıkları olumsuzlukları görmezden gelemeyeceklerini artık anlamaları gerekiyor.
Bu noktada, toplumun büyük bir kesiminde oluşan nefret ve öfke ortamına karşı tavır almak, sadece muhalefetin değil, aynı zamanda bu nefret dilini üretenlerin de sorumluluğundadır.
Özgür bir ülkenin vatandaşı olarak, farklılıklarımızla bir arada yaşamak ve saygı göstermek zorundayız.
Sanatçılar ve öğretmenler gibi topluma yön veren bireyler, bu nefretin kurbanı olmamalıdır.
Böylesi bir ortamda, toplumsal barışın sağlanması ve nefretin azalması adına herkesin sorumluluk alması kaçınılmazdır.
Uzun vadede, sağlıklı bir toplum olarak, eleştirileri hoşgörmek, farklı görüşlere saygı duymak ve diyalog kurmak elzemdir. Aksi takdirde, gün geçtikçe derinleşen bu yaralar, toplumun tüm kesimlerini etkileyecektir.
Sonuç olarak, siyasi aktörlerin ve toplumun diğer bireylerinin nefret söylemleri karşısında gösterdiği tepkiler, yalnızca birer retorik olmaktan öteye geçmeli; gerçek değişim ve dönüşüm için içten bir çaba sarf edilmelidir.
Toplumun her kesiminde barış ve saygının hâkim olduğu bir ortam yaratmak, hepimizin ortak sorumluluğudur.
Nefret dilinin yeri olmadığı bir dünyada, birlikte yaşamanın yollarını bulmak için seferber olmalıyız.
Kifayetsiz muhterislerin yarattığı bu ortamdan sıyrılmalı ve gerçek bir empati ile hareket etmeliyiz.
YAZIYA YORUM KAT