1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. İnsanlar güvenince konuşmaya başladı
İnsanlar güvenince konuşmaya başladı

İnsanlar güvenince konuşmaya başladı

Küçük: 1963, 1964 ve 1974'teki olaylarda kaybolan insanların konuları çok uzun süre konuşulmadı. Veyahut daha çok uzun süre her iki taraf kendini mağdur gördü ve öbür tarafı anlamadı. Bu projenin başlamasıyla, bu kayıtların gerçekliği konuşulmaya başlandı

A+A-

“Her iki tarafta da aynı şekilde bir sürü insanın kayboldu. Tabi biz kayıplarımıza şehit deriz. Yani sonuçta bu olaylardan dolayı kaybedilmiş insanlar oldukları için… Hatta kayıpların, biz bu projeyi başlattığımızda, Kıbrıslı Rumların pek çoğu, kayıpların hala yaşadığına inanıyorlardı, %30 kadarı… Yani yapılan bir çalışmada, Rumların %30'u kadarı, kaybolan bu insanların yaşadığını düşünüyorlardı”

Kıbrıslı Türklerden ise sadece %8 oranında kişi bu insanların hayatta olduğunu düşünüyorlardı. Fakat biz bu projeyi başlattıktan sonra, her iki taraf da anladı ki bu kayıplar artık sağ değildir.  Birtakım görüşleri değiştirdi bu proje. Tabii, insanlar, biliyorsunuz, bu kayıplarla ilgili olan her iki taraftaki insanlar, konuşmaları gerekiyor ki, biz bu gömü yerlerini bulalım. Uzun süre, insanlar, konuşmaktan çekindi”

“Kayıp Şahıslar Komitesi’ni kurduğumuzda, bütün bu göz şahitlerine bir dokunulmazlık, bir gizlilik uyguladık. Ayrıca, bu projeyi başlattığımızda, bu kazıları sadece Kayıp Şahıslar Komitesi’nin yapacağını ve polisin bu işle ilgilenmeyeceğine dair bir görüş verildi; bir garanti verildi. Bu şekilde, bu gizlilik verilince, insanlar daha rahat konuşmaya başladılar”

“O kadar uzun zaman geçti ki 1963, 1964 ve 1974'ten bahsediyoruz. Yani insanlar, ölmeden bir yardım edeyim, bu içimdeki sırrı söyleyeyim, bir aileyi sevindireyim gibi düşünüyorlar. Çünkü, inanamazsınız, bu kayıpları bulunan aileler, ne kadar yaşıyorlar bunu… Sanki de dün ölmüştür kaybettikleri. Tekrar yas tutarlar. Cenaze yaparlar. Ve ancak o şekilde bu üzüntülerini, bu yaslarını kapatabilirler”

“İşte bunlar bir kapanıştır. Yani insan, eve dönmeyince, sevdiğinin, ne olduğunu bilmediği sürece, o acı, içinde büyüyor da büyüyor… Yani öldüğünü bilirse, kemiklerini görürse, artık anlar ve onu gömer ve hayatını devam ettirir. Bu insan psikolojisi için çok önemlidir.

Dr. Çiğdem DÜRÜST

Kayıp Şahıslar Komitesi Türk üyesi Gülden Plümer  Küçük, komitenin kazı çalışmaları ve ulaşılan kayıp sayısı, devam eden çalışmalar ve bundan sonra gerçekleşecek çalışmaları Yeni Bakış’a anlattı. Küçük, Dr. Çiğdem Dürüst’ün sorularını yanıtladı. 

Ç. D.: Kayıp Şahıslar Komitesi'nden misyonundan biraz bahsedebilir miyiz?

G.P.K: Kayıp Şahıslar Komitesi, 1981 yılında, 1963, 1964 ve 1974 yıllarında kaybolan Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumların, öncelikle vaka dosyalarının hazırlanması ve bu konuda ne yapılacağına karar verilmesi, gerekirse kazı yapılması için kurulmuş bir komitedir. Tabi, ilk kurulduğu yıllarda, 14 sene boyunca, bu kayıp listelerinin hazırlanması ile uğraştı iki taraf. Yani 14 senede karar verdiler, kimdir kayıp Kıbrıslı Türk veyahut da kimdir kayıp Kıbrıslı Rum. Bütün bunlar olduktan sonra, uzun süre, komite, çok fazla aktif çalışmadı. Daha çok politize edilmiş bazı şeylerle uğraştı. Daha sonraları, 1997'de, Birleşmiş Milletlerin de girişimiyle, bu kazı yerleri, gömü yerlerinin bulunması ve bu insanların çıkarılıp ailelerine iade edilmesi konusunda fikir gelişti. Hatta taraflar, birbirlerine belirli listeler sundular bu gömü yerleriyle ilgili. Fakat komite, aktif çalışması 2000 yıllarından sonra olmuştur; çünkü birini çıkardığınızda da kimliklendirmek için DNA testlerine ihtiyacınız vardır. DNA, biliyorsunuz, 2000 yıllarından sonra daha ucuzladı. Ayrıca Annan Planı döneminde, 2003 yılları, orada bir yakınlaşması vardı her iki tarafın. Ve insancıl olan bu komiteyi de güçlendirmek istediler. 2005 yılında, bir anlaşmaya vararak, genel kazı, kimliklendirme ve kalıntıların iadesi projesini hayata geçirmeye karar verdiler. Ben de 2006'da bu projenin başlamasıyla bu göreve atandım.

Ç.D.: Kayıp şahısların gömü yerlerinin tespiti, bulunması ve iadesi ile ilgili süreç toplumların hassasiyetlerini canlandırırken tehlikeli, insani yönü ile de gerekli bir işlemdir. Sizce bu çalışmalar iki toplumu nasıl etkiliyor Gülden Hanım?

G.P.K.: Şunu söylemek gerekir ki 1963, 1964 ve 1974'teki olaylarda kaybolan insanların konuları çok uzun süre konuşulmadı. Veyahut daha çok uzun süre her iki taraf kendini mağdur gördü ve öbür taraf anlamadı. Bu projenin başlamasıyla, bu kayıtların gerçekliği konuşulmaya, hikâyeler anlatılmaya başlandı. Ve görüldü ki maalesef, her iki tarafta da aynı şekilde bir sürü insanın kayboldu. Tabi biz kayıplarımıza şehit deriz. Yani sonuçta bu olaylardan dolayı kaybedilmiş insanlar oldukları için… Hatta kayıpların, biz bu projeyi başlattığımızda, Kıbrıslı Rumların pek çoğu, kayıpların hala daha yaşadığına inanıyorlardı, %30 kadarı… Yani yapılan bir çalışmada, Rumların %30'u kadarı, kaybolan bu insanların yaşadığını düşünüyorlardı. Kıbrıslı Türklerden ise sadece %8 oranında kişi bu insanların hayatta olduğunu düşünüyorlardı. Fakat biz bu projeyi başlattıktan sonra, her iki taraf da anladı ki bu kayıplar artık sağ değildir.  Bir takım görüşleri değiştirdi bu proje. Tabii, insanlar, biliyorsunuz, bu kayıplarla ilgili olan her iki taraftaki insanlar, konuşmaları gerekiyor ki, biz bu gömü yerlerini bulalım. Uzun süre, insanlar, konuşmaktan çekindi. Fakat biz, bu Kayıp Şahıslar Komitesi’ni kurduğumuzda, bütün bu göz şahitlerine bir dokunulmazlık, bir gizlilik uyguladık. Ayrıca, bu projeyi başlattığımızda, bu kazıları sadece Kayıp Şahıslar Komitesi’nin yapacağını ve polisin bu işle ilgilenmeyeceğine dair bir görüş verildi; bir garanti verildi. Bu şekilde, bu gizlilik verilince, insanlar daha rahat konuşmaya başladılar. Bir de artık o kadar uzun zaman geçti ki 1963, 1964 ve 1974'ten bahsediyoruz. Yani insanlar, ölmeden bir yardım edeyim, bu içimdeki sırrı söyleyim, bir aileyi sevindireyim gibi düşünüyorlar. Çünkü, inanamazsınız, bu kayıpları bulunan aileler, ne kadar yaşıyorlar bunu… Sanki de dün ölmüştür kaybettikleri. Tekrar yas tutarlar. Cenaze yaparlar. Ve ancak o şekilde bu üzüntülerini, bu yaslarını kapatabilirler. İşte bunlar bir kapanıştır. Yani insan, eve dönmeyince, sevdiğinin, ne olduğunu bilmediği sürece, o acı, içinde büyüyor da büyüyor… Yani öldüğünü bilirse, kemiklerini görürse, artık anlar ve onu gömer ve hayatını devam ettirir. Bu insan psikolojisi için çok önemlidir.

Ç.D.: Vedalaşma…

G.P.K.: Evet vedalaşma. Kapanışı getirme. Bu yası bitirme… Bütün bunları sağlamak bir insan hakkıdır. Yani uluslararası konvansiyonlarda da, her insanın kaybını bulup gömme hakkı vardır. Ne olduğunu bilme hakkı vardır. Hatta bunun hesabını sorma hakkı vardır. Ve tazminatını isteme hakkı da vardır. Tabii bizim ülkemizde, bir siyasi anlaşma olmadığı için, her iki taraf ayrı olduğundan dolayı, kimin kimi yargılayacağı bilinmediğinden dolayı, ayrıca aradan çok zaman geçmesinden dolayı, bu tür bazı haklar mümkün değildir. Sadece bulup vermek ailelerin önceliğidir. Genelde her iki tarafta da kayıtlarını bulup verdiğiniz ailelerin verdiği mesaj bize: "Bir daha böyle bir olay olmasın!” derler. Yani daha pozitif, savaşın kötü taraflarından bahseden bir psikoloji içerisindedirler. Ayrıca görüyoruz ki biz bu kayıtları ararken, bize en çok yardım eden yine kayıp aileleridir. Hatta karşı tarafı bile bulmamıza yardım eden yine onlardır. İnanır ki kendisi yardımcı olursa biri de kendisininkini bulmasına yardım edecek. Bu tür yardımlaşmalar oluyor. Ve biz bu projeyi 2006 yılında başlattık. Ve 2007'de ilk kimliklendirmemizi yaptık. O zamandan beridir de, yani 13 seneyi aşkın bir süredir de bize hala daha bilgi akışı gelmektedir. Ama tabii ki gittiksonra azalıyor bu bilgi. Biz bunun farkındayız. Onun için, belki fark ettiğiniz bir kampanya başlattık: görünürlük kampanyası. Panolara " Lütfen Siz De Umut Olun" diye, bir Kıbrıslı Türk hanımın sevgili eşini bulduktan sonra, ona veda edişini resmettiği resmi var orada. Ve bu bayan, maalesef, eşini gömdükten 2-3 ay sonra vefat etti. Yani onu gömdü, arkasına kendi de öldü. Tabii çok acı hikâyeler var. Kolay bir iş değil Kayıp Şahıslar Komitesi’nin yaptığı. Hem bilimseldir, hem hassastır. Çok boyutu var. Önce bir araştırma boyutu var. Yani bütün bu bilgilerin araştırılması safhası var. Daha sonra yer bulunduktan sonra onun kazılması, ki adli arkeologlar çalışır burada... Bizim arkeologlarımız adli arkeolog olarak yitirmişlerdir. Bunlar kazıp çıkarttıklarını antropoloji laboratuvarına gönderirler. Oda ara bölgede kurulmuş bir laboratuvardır. orda da antropologlarımız çalışır. Genetikçilerimiz çalışır. Bu kimliklendirme süreci olur. Ondan sonra ailelerle görüşen psikoloğumuz vardır. O devreye girer. Bu şekilde değişik kafalara sahiptir. Fakat bütün sayfalarında projenin iki toplumlu olarak yapılır. Yani hem Kıbrıslı Türk, hem kabız durum olarak yapılır. Bu bağlamda da çok önemli bir proje çünkü 10-11 senedir bu insanlar iki toplumlu olarak genç bilim insanları günlük yaşamlarını paylaşıyorlar. Yani bu tür bir çalışma şartı 1-2 projede vardır galiba. Buda onlara birbirlerini anlamak, yakınlaşmalar ne sağlamak, genç nesillerin bir tecrübe paylaşımı gösterir. Ben şunu övünerek söyleyebilirim: Bizim Kıbrıslı Türk bilim insanları da Kıbrıslı Rumlar kadar donanımlı, başarılı hatta uluslararası rekabet edecek kadar başarılıdırlar. Biz 12 senede, çok bilimsel çalışmalar biriktirdiğimiz verilerimiz vardır. Ve bu verilerle bilim insanlarımız artık uluslararası bilim kitaplarında, yayınlarda makaleler yayınlamaktadırlar. Bu da önerecek bir kısımdır çünkü çok büyük bir tecrübe edinmişlerdir. Ara bölgede bulunan antropoloji laboratuvarımızda dünyadaki sayılı antropoloji laboratuvarlarındandır. Ve biliyorsunuz bu Ortadoğu bölgesi çok fazla kaybı olan bir bölge. Bu ülkelerden bize eğitim almaya gelen insanlar da var. Biz onlara eğitim de veriyoruz bu laboratuvarlarımızda ve kazı yerlerimizden. Bu tür olanlara da katkıda bulunuyoruz. ICRC İle ilişkilerimiz var EAF İle işbirliğimiz va, EAF Arjantinli bir adli tıp işleriyle ilgilenen bir kuruluştur. ICRC de kızılhaçtır. Biliyorsunuz İsviçre'de, merkezi Cenevre'de olan ve bütün dünyaya hizmet veren yüzyılın üzerinde bir kuruluştur. Hatta mesela Kıbrıs'ta ilk 1963 yıllarında Birleşmiş Milletler'den bile önce Kızılhaç gelip insanların kayıtlarını tutan. İşte bu tür büyük kuruluşlarla da ortak çalışmalarımız var.

Ç.D.: Sanki 7-8 yılı boşuna geçirmiş veya çok yavaş çalışmış gibi duyuluyor kulağa. Yani Annan Planı öncesinden bahsediyorum. 2006’da aktif olmadan önce dünyadaki benzer kurumlarla ilişkiler nasıldı Gülden Hanım?

G.P.K.: Şimdi benden önce, 2006'dan önceki dönemde, dünyadaki başka kuruluşlarla işbirlikleri yapıp yapmadıklarını bilmiyorum. Ama Birleşmiş Milletler… (Bir açıklama yapma gereği duyuyor) Zaten biliyorsunuz bu Kayıp Şahıslar Komitesi’nin üç üyesi var: Biri Kıbrıslı Türk, biri Kıbrıslı Rum, biri de Birleşmiş Milletler üyesidir. Yani Birleşmiş Milletler ile bir işbirliği vardı. Kızılhaç’la da olabilir. Ama esas uluslararası ilişkiye bu projeyle başladı komitemiz. Bilhassa, Kıbrıs adasına ziyarete gelen, Avrupa Birliği’nden, Amerika'dan ya da başka ülkelerden insanların, en büyük merak ettiği proje, bizim projemizdir. Yani devamlı bir ziyaretçi akını içerisindedir. Gerek siyasi insanlar, gerek bilim insanları tarafından... Bu da bize ayrıca uluslararası Kıbrıslı Türk kayıplarını anlatma imkânı veriyor. Projenin zaten ana sponsoru Avrupa Birliği’dir. Biliyorsunuz, bu para da 2004 yılında Annan Planı döneminden sonra Kıbrıslı Türklere verilen 286 milyon €’luk bir gelişim parasının içerisinden kullanılacak, iki toplumda kullanılmak üzere ayrılan paradan veriliyor. Senede: 2.6 milyon gibi bir para veriyor bize. Bunun yanında tek ülkeler de var yardım sağlayan. Mesela Amerika, İngiltere, Türkiye… (Yanlış bilgi vermemek için Gülden Hanım  elindeki notları karıştırıyor) Bazen bakmam lazım, çünkü ezbere de bilmiyorum, her şeyi de ezberleyemem. İngiltere, Hollanda, Almanya, Türkiye dedim, Kıbrıs Türk tarafı, Kıbrıs Rum tarafı bize 2017'de katkıda bulunan ülkelerin adlarının yazılı olduğu belgeleri size verebilirim.  Bunun yanında da yaptığımız 2006-2017 arasındaki istatistiksel bilgiler de var. Tabii bu verilen maddi katkının yanında, Kıbrıs Türk tarafı ile Kıbrıs Rum tarafının bize ayırdığı bütçeler de var. Yani bütçesi büyük bir projedir. Ama pahalı bir projedir de. Yani bir tane DNA örneğini yapma 400-500 € dur. Bazen çok karışık iskeletlerde 5-10 tane DNA yaptırmanız gerekebilir. Bu tür çalışmalar var. Kazılar var. Maaşlar var. Ve bunlar paralar tutuyor. Biz 2002 kişi arıyoruz. Göreceksiniz dökümlerde. Şimdi bunları size vereceğim. 2200 kişide, 1212 kişiyi bulduk. Bunun 847’sini kimliklendirdik. Bu kimliklemelerin içinde Kıbrıslı Türkler kırmızıdır. Rumlar mavidir. Burada her sene, ne kadar Kıbrıslı Türk, ne kadar Kıbrıslı Rum bulduğumuzu görebilirsiniz. Toplam 1510 Kıbrıslı Rum’un 873'ü hala kayıptır. 637'si kimliklendirilmiştir...

Ç.D.: Sayılar henüz neredeyse yarı yarıya gibi görünüyor Gülden Hanım…

G.P.K: Ama göreceksiniz dikkatle bakarsanız, kazılıp da henüz kimliklendirilemeyenler de var. Yani totale baktığınız zaman, yarıdan fazlasının çıkarılmış olduğuna göre bilirsiniz. Ama daha 200 kişi var ki kimliklendirmedi. Onun için hala kayıp olarak sayılır.  Yani biz şu ana kadar yarısından biraz fazlasını kazdık çıkardık! 800 kişi kaldı. Hala daha aradığımız 800-850 kişi var. Bu arada senelik, her sene kimliklendirdiğimiz insan sayısı, her sene çıkardığımız insan sayısı ve kazılarda başarı oranı gittik sonra düşüyor Buda onun grafiğidir. Çünkü sayı azalıyor. Bu dökümantasyonu da size verebilirim.

Ç.D.: Teşekkürler. Okurlarımızla paylaşacağız bunları biz. Çok ilgimi çeken bir şey oldu: Bu tahmin ettiğim ama emin olmadığım bir şeydi. Çok merak ediyorum. Rehabilitasyon süreci. Yani özellikle psikolojik destek süreci çok ilgimi çeken bir konudur. Hem bununla ilgili kısacık, nasıl oluyor? Hem de varsa çarpıcı 1-2 örneğiniz çok iyi dikkat çekici olabilir okurlarımız açısından.

G.P.K.: Tamam. İsterseniz bizim psikoloğumuzla da görüşebilirsiniz. Ondan da bir randevu alarak bu konuda daha ayrıntılı bilgiler alabilirsiniz. Şimdi bu insanlar 1963- 1964 ve 1974'te kayıp dedim. Ama bizim toplumumuzda, psikolojik destek almadılar. Almadılarsa bile maddi destek aldılar. Hiçbir destek verilmediğini söylerse yanlış olur. Çünkü hem şehitlere, hem kayıplara ve yakınlarına devlet sahip çıktı. Onlara maaş bağlattı, okuttu falan filan. Bazılarına arsa verdi, ev verdi… Ben detaylarını bilmiyorum. Ama devlet de tümüyle onları başıboş bırakmadı. Yani bu insanlara devlet maddi olarak sahip çıktı. Ama psikolojik destek bağlamında, tabii o dönemlerde de böyle bir kavram da var mıydı? Böyle bir şey olmadı. Ama biz bu projeyi değerlendirdiğimizde, projenin her aşaması uluslararası standartlarda ve uluslararası konvansiyon çalışmaları üzerine yapılmıştı. Psikolojik desteğin önemini, çünkü bir daha travma yaşanacağına biliyorduk. Çünkü insanlar bunca senedir bulamadıkları kayıtlarını ansızdan bir gün telefon edersiniz ve “Sizinle görüşmeye geleceğiz” dersiniz. O anlar ki kayıbı bulundu ya da bir haber gelecek. Bir travma yaşar. Onun için biz bu desteği sağlıyoruz kendilerine. Yani o gömülme dönemine kadar olan sürece kadar yardımcı oluyoruz. Ama sonrasında bu çok mümkün değil çünkü 492 insanın ailesinden bahsediyoruz. Ki her bir kayıbın, üç veya dört tane yakını, ailesi olsa 3000 insana yakın kişiden bahsediyoruz anlamına gelir bu da. Maalesef yetmemiz mümkün değil bizim.

Ç.D.: Devamında, devletin sunduğu sağlık hizmetlerinden de faydalanabilirler sonuçta…

G.P.K.: Tabii. Ama bizim verdiğimiz, tamamen psikolojik destektir. Yani onları hazırlamak... Çünkü bu insanlara verirken bu kalıntıları, onları görebilirler ve dokunabilirler. Yani bir iskelet görecekler. Yani siz kaybettiğiniz birisini etle kemikle kaybettiniz. Ama sonunda bir kalıntı olarak dokunacaksınız ve göreceksiniz… Ve defin edeceksiniz. Yani bu büyük bir travmadır. Onun için bu destek şarttır. Böyle yapıyoruz. Ayrıca, komite, bu insanların defin parasını da karşılıyor. Defnedilebilmeleri için bir miktar yardım sağlıyor. Yani projenin içine, biz bunu da koyduk. Hepsine bir defin parası veriyoruz. Ve bu parayı muhakkak defin için kullanmalarını sağlıyoruz. Bu insanların bir mezarları olmasını takip ediyoruz. Bu dönemde bir tane size örnek vermek istiyorum: Bir kayıp yakını kadının söylediği bir laf: “Defnettim kocamı. Ve her gün kocamın mezarına gidiyorum ben.” Diyor; “çünkü 40 senede, o kadar çok şeyim birikti ki ona her gün anlatacak bir şey buluyorum ben.” Bu kadın evlendikten sonra çok kısa bir süre içerisinde mesela kocasını kaybetmişti. Başka bir örnekte de: Bazı insanlar çocukken kaybediyor babasını ve annesini. Tabi daha çok babalar kaybedilmiştir bu süreçte. 

Düşünün 3-5 yaşındayken babasını kaybetmiş. Belki hiç görmemiş tanımamış… Ama sonra, babasının iskeletini sevip ona bir “Allah’a ısmarladık” demesi çok duygusal bir dönemdir bu kimliklendirilip de defnedilmesi süreci. Duygusal olan dönemlerdendir. İnsanlar çok sarsılır ama çok da sevinir. Sonuçta bazı insanlar bize çiçek ve hediye gönderirler. O kadar sevinirler. 

O zaman bütün çalışanlarımız bundan büyük bir, yani buluşmayı sağladıkları için, büyük bir mutluluk duyarlar. Hakikaten bu buluşmayı sağlamak ve onların defnedilmesine imkan yaratmak çok önemli bir şeydir.  Bazı insanlar bunu anlamazlar ve “zaten gömülüdürler senelerdir. Niye uğraşırsınız? Zaten insanlar öldü, gömüldü.” şeklinde düşünen insanlar da vardır. Onlara şunu söylemek lazım belki de: “Senin baban değil o ama. Sen bu acıyı yaşamadın”. Yani kimi insan onu görecek, mezarını bilecek, gidip ona çiçek koyacak… Veya bir kültürel, dini ya da milli günde gidecek ibadetini yapacak. Yani insanlara bunu sağlamak lazım 

Ç.D.: Gülden Hanım, biz hep kayıpları olan insanlardan, kayıpların yakınlarından bahsettik. Ama şimdi sizi dinlerken daha çok görebiliyorum ki, ne kadar objektif olurlarsa olsunlar, çalışanlar da bu durumdan etkileniyorlar. Bunu nasıl rehabilite ediyorsunuz?

G.P.K.: Çalışanlarımıza da soruyoruz. En çok antropoloji laboratuvarındaki arkeologlar aslında etkilendiğini fark ediyoruz. Çünkü biri kazar, kalıntıları arar. Bulur. Diğeri de bütün gün kemikleri birleştirir laboratuvarda. Onlara zaman zaman, özellikle ilk başlarda psikolojik destek verildi. Fakat şunu söylemem lazım: Antropoloji laboratuvarında çalışan insanlar, genelde bütün cenazelere gitmek isterler. Ve onların defnedildiğini görmek isterler. Mesela bu benim çok ilgimi çektiydi. Bazı bulunan kalıntılar çok paramparçadır. Onları büyük bir hassasiyetle birleştirirler. Her şeylerini doğru dürüst bir şekle getirirler ve bunları kendilerine bir borç bilirler. “Ne kadar çok emek verebilirsek! Ne kadar çok tamamlarsak bu verdiklerimizi!” diye düşünürler. Hakikaten ilginçtir.

Ç.D.: Çok teşekkür ederim sıkışık zamanınızda bize zaman ayırdığınız için. Eminim okurlarımızın da çok dikkatini çekecektir.

G.P.K: Ben teşekkür ederim ilginiz için. 

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.